6’lı masanın dağılıp, “toparlanması” sürecinde yaşanılanlar siyasal bilgiler fakültesinde bir tez konusu olur!
Meral Hanım masadan kalktı, sonra masaya döndü!
Nihayet, 6 Şubat gecesi “muhalefetin” adayı Kemal Kılıçdaroğlu olarak açıklandı.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok 72 saatlik fırtınaya odaklanalım, sonuçlarına bakalım:
- Meral Akşener siyaseten adeta harakiri yapmıştır!
- Akşener’in partisi, İYİ Parti dağılmaya başlayacaktır.
- Ekrem İmamoğlu’nun olası CHP Genel Başkan adaylığı iddiası ağır yaralanmıştır.
- Mansur Yavaş’ın siyaseten gidebileceği nokta bulunduğu nokta olarak sınırlanmıştır.
Kuşkusuz seçim sürecinin de kimi sonuçları olacaktır.
Tüm bu yaşanılanların kişisel, kurumsal olduğu kadar sistemsel nedenleri de vardır.
Yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, son derecede maliyetli bir sistemdir.
Düşünelim, A’dan Z’ye bir dolu konuda nihai karar verici olan Cumhurbaşkanı, günde ortalama bin (1000) imza atmak durumundadır.
Bu sisteme geçilirken siyasal yönetim açısından “Koalisyonsuz bir sistem daha evladır” denmiştir…
Ancak, bugün, Cumhurbaşkanlığı’nda çeşitli danışmanlıkların ve ofislerin, konvansiyonel bürokrasiyle bazen çelişkiye düştüğü, fakat son aşamada belirleyici olduğu bir işleyiş görülmektedir. Bu da adeta bürokraside bir tür koalisyon oluştuğu izlenimi vermektedir.
Öte yandan, iktidar partisinin içinde çeşitli konularda kimi “güç kümelerinin” farklı düşündükleri, bunun siyaseten bir iç koalisyon olarak okunabildiği ve daha üst irade tarafından “düzeltici müdahalelerle” dengeye gelindiğinden söz edilmektedir.
Demek ki, “koalisyon olmasın” demekle olmuyor ki, belli yetkiler belli kurumsal ve zorunlu iş birlikleri tek parti içinde bile sosyal koalisyonlar doğuruyor.
Demek ki, “yönetimde istikrar” tartışılır bir kıvamdadır.
Oysa, kurumları,, iktisadi ve idari kabiliyetleri ve kapasiteleriyle belli bir büyüklükten sonra ancak dengeleyici denetimle yürütebilirsiniz… Doğal olmayan bu dengeyi bastırmak, baskılamaktır!
Tüm bu yapaylıkları önleyecek olan ise, açık, saydam, denetlenebilir kurumları kurallı şekilde yapılandırmaktır… O arada siyasetin de toplumdaki ekonomik, sosyal, tarihsel dinamikler üzerinde yürüyeceğini kabul etmektir…
Gerçekten 6’lı masanın tecrübe ettiği patinaj ve adeta “direkten dönmesi” henüz daha “aşina olunmayan” meri/ genel/ merkeziyetçi sistemin işleyişiyle de ilgilidir.
Bundan sonrasında olası bir iktidar değişikliğinde veya mevcut iktidarın devamında siyaset başta genel “sitem sorunları” herkes için ayak bağı olmaya devam edecektir.
Peki başka ne getirdi bizim siyasal sistemimiz?
Örneğin, “Temsilde Adalet” ciddi bir sorun…
Oy barajları ve Hazine yardımlarının yanı sıra, partiler yasası da demokratik değil…
İki turlu seçimde diyelim ikinci turda yüzde seksen katılım oldu ve finale kalan bir aday yüzde elli+1 oy aldı. Bu aday (yeni seçilen Cumhurbaşkanı) gerçekte tüm seçmenlerin 0.80×0.50=%40 teveccühü ile seçilmiş olmaz mı?
Bundan öte, “sorunların” temelinde parti ittifakları yani bloklaşma ve cepheleşme var…
Oysa partilerin seçim öncesi kurumsal iş birliklerini izleyen koalisyonlar belki de sistemi çok daha doğal kılar, demokraside uzlaşma kültürünün gelişmesine vesile olurdu.
Bu olumsuz olguları daha fazla dert edinen ise muhalefet…
Artık, 14 Mayıs’ta seçim görünüyor. Cumhuriyet’in 100. yılına denk gelmesi ayrı bir anlam katacak.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerinde iktidar kadar sistem de oylanacak.
Öyle olacak çünkü muhalefet bloğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmeyi birincil hedef olarak vaaz etti.
Temsilde Adalet – Yönetimde İstikrar tezinin yaşama geçmesiyse, biraz da toplumsal katılımla ilgili…
Seçmen için öncelikli konularsa; ekonomik sıkıntılar ve depremin yaralarının sarılması.
Bunun yanı sıra “göç” olgusu ülkemizin ciddi bir sorunu ve bu konuda düzenlemeler gerek.
Tüm bu verilerin ışığında gerçekleşecek seçimde, Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı kadar, Meclis’in aritmetiği de önem kazanıyor. Önem kazanıyor çünkü sistemin şekillenmesinde milletvekili sayısı ve oranı önemli.
Önceki yazılarımda ülkemizin siyasetini eleştirmiştim. Hala aynı noktadayım. Tabii partisiz olmuyor ancak meri partilerin yapısı ve işleyişiyle de insanın geleceğe dair umutları pek güçlenmiyor.
Her şeye karşın yine de katılım çok önemli. Özellikle de gençlerin siyasete katılımı…
Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, köklü vakıflar ve dernekler de demokrasinin değerli bileşenleri…
Türkiye ekonomisini güçlendirmek, demokrasisini geliştirmek, toplumsal yaşamını çağdaşlaştırmak zorundadır. Bunu el birliğiyle yapacağız. Gelecek günlerin geride bıraktığımız günlere oranla çok daha umutlu, verimli, üretken ve huzur içinde şekillenmesi dileğiyle, 2023 seçimleri şimdiden ülkemize uğurlu olsun.
not: bu yazı 6 Mart 2023 günü kaleme alınmıştır-BK