Humanistic left by a poem

A real new world order can be formed on the principals of humanistic left thought.

It can not be adjusted just by political efforts.

Thus a framework of fine arts, literature, social sciences must be adopted on the road of humanistic left progress.

Humanistic left is to built a fare life for all, in terms of income distribution and sharing wealth in a fare frame. 

It advices to spent money for education, health and social security by quality services rather than spending money for arsenals or nucleer arms. 

Humanistic left, is the thought of peace in very square meter of the globe. 

Its the thought gives priority for environment, naturilising human, humanizing the nature.

Food and clean water safety is the top issue for humanistic left, enough for all and for the sake of majority is our goal. 

I can exceed the Principals of humanistic left, but leaving to do it in future, yet now its time to listen a poem indicates the soul we share, by Maureen M. Mclane, published at London R. of Books, November 4th, 2023..

Weeds

all day

personifying plants

Evil Nettle

Fascist Weed

boing boing

I do not want you

matter out of place

I rip you out 

I favour the desired

the useful to me to me to me!

meanwhile stars doing themselves

in the sky

insouciant celebirty

assholes they don’t care

why don’t they care

don’t they

Cassiopeia angling the sky

open triangles mouths and teeth

of vanity, grief

but where, where is the belt

of Orion and where can we see

the once in a lifetime

comet

I am feeling Babylonian

I am feeling antediluvian

I am thinking Noah

should take us abroad

but we would be extra cargo

there are worlds

and worlds to come

hello! we say

from this one 

DİREKTEN DÖNEN “MASA” ve TIKANMIŞ SİSTEM

6’lı masanın dağılıp, “toparlanması” sürecinde yaşanılanlar siyasal bilgiler fakültesinde bir tez konusu olur!

Meral Hanım masadan kalktı, sonra masaya döndü!

Nihayet, 6 Şubat gecesi “muhalefetin” adayı Kemal Kılıçdaroğlu olarak açıklandı.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok 72 saatlik fırtınaya odaklanalım, sonuçlarına bakalım:

  1. Meral Akşener siyaseten adeta harakiri yapmıştır!
  2. Akşener’in partisi, İYİ Parti dağılmaya başlayacaktır.
  3. Ekrem İmamoğlu’nun olası CHP Genel Başkan adaylığı iddiası ağır yaralanmıştır.
  4. Mansur Yavaş’ın siyaseten gidebileceği nokta bulunduğu nokta olarak sınırlanmıştır.

Kuşkusuz seçim sürecinin de kimi sonuçları olacaktır.

Tüm bu yaşanılanların kişisel, kurumsal olduğu kadar sistemsel nedenleri de vardır.

Yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, son derecede maliyetli bir sistemdir.

Düşünelim, A’dan Z’ye bir dolu konuda nihai karar verici olan Cumhurbaşkanı, günde ortalama bin (1000) imza atmak durumundadır.

Bu sisteme geçilirken siyasal yönetim açısından “Koalisyonsuz bir sistem daha evladır” denmiştir…

Ancak, bugün, Cumhurbaşkanlığı’nda çeşitli danışmanlıkların ve ofislerin, konvansiyonel bürokrasiyle bazen çelişkiye düştüğü, fakat son aşamada belirleyici olduğu bir işleyiş görülmektedir. Bu da adeta bürokraside bir tür koalisyon oluştuğu izlenimi vermektedir.

Öte yandan, iktidar partisinin içinde çeşitli konularda kimi “güç kümelerinin” farklı düşündükleri, bunun siyaseten bir iç koalisyon olarak okunabildiği ve daha üst irade tarafından “düzeltici müdahalelerle” dengeye gelindiğinden söz edilmektedir.

Demek ki, “koalisyon olmasın” demekle olmuyor ki, belli yetkiler belli kurumsal ve zorunlu iş birlikleri tek parti içinde bile sosyal koalisyonlar doğuruyor.

Demek ki, “yönetimde istikrar” tartışılır bir kıvamdadır.

Oysa, kurumları,, iktisadi ve idari kabiliyetleri ve kapasiteleriyle belli bir büyüklükten sonra ancak dengeleyici denetimle yürütebilirsiniz… Doğal olmayan bu dengeyi bastırmak, baskılamaktır!

Tüm bu yapaylıkları önleyecek olan ise, açık, saydam, denetlenebilir kurumları kurallı şekilde yapılandırmaktır… O arada siyasetin de toplumdaki ekonomik, sosyal, tarihsel dinamikler üzerinde yürüyeceğini kabul etmektir…

Gerçekten 6’lı masanın tecrübe ettiği patinaj ve adeta “direkten dönmesi” henüz daha “aşina olunmayan” meri/ genel/ merkeziyetçi sistemin işleyişiyle de ilgilidir.

Bundan sonrasında olası bir iktidar değişikliğinde veya mevcut iktidarın devamında siyaset başta genel “sitem sorunları” herkes için ayak bağı olmaya devam edecektir.

Peki başka ne getirdi bizim siyasal sistemimiz?

Örneğin, “Temsilde Adalet” ciddi bir sorun…

Oy barajları ve Hazine yardımlarının yanı sıra, partiler yasası da demokratik değil…

İki turlu seçimde diyelim ikinci turda yüzde seksen katılım oldu ve finale kalan bir aday yüzde elli+1 oy aldı. Bu aday (yeni seçilen Cumhurbaşkanı) gerçekte tüm seçmenlerin 0.80×0.50=%40 teveccühü ile seçilmiş olmaz mı?

Bundan öte, “sorunların” temelinde parti ittifakları yani bloklaşma ve cepheleşme var…

Oysa partilerin seçim öncesi kurumsal iş birliklerini izleyen koalisyonlar belki de sistemi çok daha doğal kılar, demokraside uzlaşma kültürünün gelişmesine vesile olurdu.

Bu olumsuz olguları daha fazla dert edinen ise muhalefet…

Artık, 14 Mayıs’ta seçim görünüyor. Cumhuriyet’in 100. yılına denk gelmesi ayrı bir anlam katacak.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerinde iktidar kadar sistem de oylanacak.

Öyle olacak çünkü muhalefet bloğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmeyi birincil hedef olarak vaaz etti.

Temsilde Adalet – Yönetimde İstikrar tezinin yaşama geçmesiyse, biraz da toplumsal katılımla ilgili…

Seçmen için öncelikli konularsa; ekonomik sıkıntılar ve depremin yaralarının sarılması.

Bunun yanı sıra “göç” olgusu ülkemizin ciddi bir sorunu ve bu konuda düzenlemeler gerek.

Tüm bu verilerin ışığında gerçekleşecek seçimde, Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı kadar, Meclis’in aritmetiği de önem kazanıyor. Önem kazanıyor çünkü sistemin şekillenmesinde milletvekili sayısı ve oranı önemli.

Önceki yazılarımda ülkemizin siyasetini eleştirmiştim. Hala aynı noktadayım. Tabii partisiz olmuyor ancak meri partilerin yapısı ve işleyişiyle de insanın geleceğe dair umutları pek güçlenmiyor.

Her şeye karşın yine de katılım çok önemli. Özellikle de gençlerin siyasete katılımı

Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, köklü vakıflar ve dernekler de demokrasinin değerli bileşenleri…

Türkiye ekonomisini güçlendirmek, demokrasisini geliştirmek, toplumsal yaşamını çağdaşlaştırmak zorundadır. Bunu el birliğiyle yapacağız. Gelecek günlerin geride bıraktığımız günlere oranla çok daha umutlu, verimli, üretken ve huzur içinde şekillenmesi dileğiyle, 2023 seçimleri şimdiden ülkemize uğurlu olsun.

not: bu yazı 6 Mart 2023 günü kaleme alınmıştır-BK

What about the new world?

The recession spreads as a worldwide problem, plus the climate crisis and many ongoing disputes and the Russian Ukrainian war really make all of us pessimistic about the near future.

Atlantic convention dropping back by all institutions i.e. IMF, World Bank and NATO.

In return Asian countries’ collaboration is rising up in the context of Shanghai Cooperation and Asian Development Banks.

It’s the western style of “new world” which I may say, contributed even to forcing “all others” in terms of “debt budgets’ ‘, “privatization” where we see its outcome as regional wars and economic exploitation.

In the meantime the world really needs a “new order” but not in the way of the Atlantic system.

Today at Iraq, at Syria and altrough entire middle-east USA pushing hegemony plus they are giving “open support” to PKK and relevant terrorist organizations support even as calling them their “sub-army” in the field.

We all testing the “war” between Russia and Ukranie. Although  Russians seem to be pulling out the arsenal’s first, it’s clearly understood now that the Kiev regime opened the chart by her offensive move on the regions people support RF.

The importance of “grain corridor” is multiple nowadays and Turkey plays the key role.

In the meantime, Türkiye’s concern to avoid people from starving is also criticized by American trade chambers and government officials.

The USA is known to  have a bad temper and habit to apply for example CAATSA limitations, or even to close its commercial borders to Türkiye’s cotton exports to States, furthermore they are the ones blocking aircrafts to be transferred to Ankara although Türkiye pay its price!

There is not any other Colonel Kaddafi to be “overthrown” yet the Maghreb countries may form a land to be interfered also a new attempt for “Arabic spring” may be inspiring the States officials, but one thing is obvious that Iran I.R. is a land always nominated as a target for USA and the Atlantic system.

We are all aware of the good-old problems still going on between India and Pakistan.

In addition Balkans specially Bosnia may also be a country to be mixed by the “new world order” sides.

Add the inequalties, the absence of medic care and contempary education systems in Africa, and the child abuse from the far east, add this chart the homeless people of western countries and do not forget those youths under the danger of narco drugs.

The bigger Picture reveals one never create a humanistic dream, nor can anyone stay safe.

On the other hand people are becoming united seeking a more fair wealth distribution policy,  safe water and contemporary education for all, a real democracy where state and individual do not harm the other, the respect for workers and sharing the benefits of technology  and communication.

The peoples desire now matches with Asian type of economic cooperation and solidarity of all poducers. It’s the Eurasian countries which promise a fair trade all through the world, and a real free word which is taken into concern by Gov’t’s.

We need a real “new world order”, a renewed UN and Economical and Social Council. We need more concern for the environment and for children and moms to secure them a humanistic life.

I believe a new world order which is worth calling “new” can be created by the humanistic left thought and its main policies.

In this term, the “development” concept combining its spirit with both cultural, social and democratic standards besides its economical manner and it is important understanding “development” topic’s priority is to realise a peaceful world, food and medic for all, a fair: division of debts and distribution of surplus which the world creates ….

It promises a life worth living and sharing…

Nov 7th, 2022- Ankara.

Yasa-Dışılıkla Etkili Mücadele Önerileri

Yasa-dışılık, yasal boşluklardan, yaşamsallığını yitirmiş yasalardan sızar gelir… Dolayısıyla, kuralsızlık ve hukuk tanımazlıkla etkin bir mücadele, hukuki, iktisadi, kurumsal ve adli ara kesitleri olan ve çevreden başlayarak “hedefi” netleştiren yöntemlerle ve siyasal kararlılık artı toplumsal destekle, daha verimli olabilir.. Toplumun Huzuru konusunda 16 somut maddeden oluşan ilkesel önerilerimdir …

1. Özelleştirmeye kesin olarak son verilmeli, önümüzdeki elli yıl bu konu kapanmalı

2. ‘Sorun ve şaibe’ konusu (fabrika, liman vs.) ne varsa derhal kamulaştırılmalı

3. Çek senet ve benzeri akitlerle ilgili ticari hayatın güvenliği artırılmalı 

4. “Yanan” orman vb. alanlar SİT ilan edilmeli, kesinlikle ve ebediyen yapılaşmaya kapalı tutulmalı

5. Adli Tıp daha da güçlendirilmeli

6. Adli kolluk önemsenmeli, itirafçılık etkin değerlendirilmeli

7. Tapu sistemi çok üst düzey bir kurumsallığa kavuşmalı, özlük açısından doğrudan devlet başkanının himayesinde çalışmalı

8. İstanbul kanalı gibi “büyük projelere” değil küçük-orta işletmelere kaynak ayrılmalı; Yap-İşlet-Devret modelinde ‘garanti edilen ödemeler’ TL üzerinden yapılmalı 

9. Yaşamsallığını yitirmiş tüm yasalar yenilenmeli

10. Belediye üst düzeyleri ve milletvekilleri her yıl mal beyanı vermeli

11. Bürokraside liyakate kesin olarak değer vermeli

12. Hakim ve savcılar mesleklerini her daim güvenle uygulamaya devam etmeli

13. Sanayi ve iktisadi istihbarata da önem verilmeli

14. Nükleer enerji yatırımı ve dağıtımında özel sektörün ortaklığı asla olmamalı 

15. Uluslararası alanda insan ve uyuşturucu madde kaçakçılığına dair daha etkin iş birliği geliştirilmeli

16. Medya sorumluluk içinde sorunsuz çalışmalı…

Sonuç olarak, meseleleri çözerken halkı bezdirmemek gerekir. Millet, zaten büyük iktisadi zorluklarla boğuşmaktadır. Tüm kurumlar, görevlerini layıkıyla yerine getirmelidir.

Halkımız umudunu korusun: Gladyoya, mafyaya, bölücülüğe ve her türlü zora karşı vatan savaşını kazanacağız. Karanlıklar aşılacak, etkince üreten, hakça bölüşen, Dünya’da sözü daha da yükselen bir Türkiye, var olacaktır!

not: Bu önerilerim AYDINLIK gazetemiz için kaleme alınmış olup, gazetenin 27 Mayıs 2021 günü nüshasında 8. sayfada yayınlanmıştır. Aydınlık gazetemize teşekkürlerimle

Birlikte yazalım, Beraber konuşalım

Değerli dostlarım,

Kısa bir süre önce sosyal medyadan duyurduğum gibi bir You-Tube kanalı açtım.

https://www.youtube.com/channel/UCDSv1h2P4BPm6IKC1bZcldw

Amacım; Türkiye ve Dünyamızla ilgili çeşitli konular hakkında görüşlerimi paylaşmaktır.

Özellikle “dijital çağda”; hızla gelişen olgulara ilişkin görüşlerimi sizlere daha çabuk ulaştırmaktır.

Beni az-çok tanıyanlarınızın bildiği gibi internetten de yayınlanan çeşitli gazetelerde makaleler yazmaya çalışıyorum.

Davet edildiğimde kimi TV programlarına da katılıyorum.

Ayrıca kimi TV ve radyo mecralarında yer alma olanaklarımı da hatırda tutuyorum

Bütün bunların amacı; sizlerle görüş ve önerilerimi paylaşmaktır.

Ancak, özellikle You-Tube kanalımın oluşturulmasıyla birlikte; gerek yazılarım gerek konuşmalarımı sizlerin katkı ve katılımına sunmayı düşündüm.

Bu katkı ve katılım, (yazım yazılmadan, konuşmam yapılmadan) sizlerin önerileri doğrultusunda gündemimi belirlemeye yarayacaktır.

Sonrasında yapacağınız eleştiriler ise, bana ışık tutacak.

“Gelin Birlikte Yazalım, Beraber Konuşalım” diyorum…

Bu konudaki bir çağrımı da Nisan ayının ortalarında sosyal medyamdan duyurdum.

Sizlerden de çok ama çok olumlu tepkiler, geri-dönüşler, destekleyici iletiler aldım.

Böylelikle etkinlik ve çabalarımı beraberce biraz da ortaklaşmacı hale getirmiş olacağız.

Bana önereceğiniz her konuyu, eleştirilerinizi r.b.kirmaci@gmail.com adresime bekliyorum.

GELİN BİRLİKTE YAZALIM, BERABER KONUŞALIM DEĞERLİ DOSTLARIM.

Selam, sevgi ve saygılarımla…

23 Nisan

Türk devrim tarihinin en önemli günlerinden biridir:

1920’de TBMM’nin açıldığı, Ulusun kaderini eline aldığı gündür; 23 Nisan.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramımızdır; Dünyanın bütün çocuklarına da adanmıştır.

Kutlu olsun!

Cumhuriyet’imiz haklıdır, hakçadır, halktandır.

Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi; haklıdır!

Kadın-erkek eşitliği getirdiği, zengin-fakir, etnik köken ayrımı tanımadığı için hakçadır!

Eğitimi ,sağlığı, refahı bütün topluma layık gördüğü ve “kimsesizlerin kimsesi” olduğu için halktandır!

Bu 23 Nisan günü, sadece bir anma değil bir anlama çabasını da ödev olarak yazmaktadır..

Dünya, talan düzenini taşıyamaz hale geldi, en çok da çocuklar ezile-geldi.

Türkiye’mizde de çocuk iş gücü ve “çocuk gelin” ayıbı yaşanmakta…

Toplumsal hizmetleri hakça bir temelde, dengeli dağıtmada yeterince başarılı olamadık.

Bizde ve her yerde bir büyük sömürü düzeniyle hesaplaşıp, insancıl bir yaşam kuramadık…

Yaşanılmakta olan son salgın ve ekonomiye etkileri bir ölçüde uyanışa vesile oldu.

Yaşamın kurucu ve koruyucu ilkelerine gereksinmemiz var.

Önce bir onarım, sonra gelişme programlarını tanımlamalıyız.

Herkese yetecek ekmekler ve güvenli bir geleceğe uygun bütçeler yapmalıyız.

Doğumundan yitimine her yurttaşımıza, yereliyle merkeziyle, hizmetler açısından büyük şemsiye açmalıyız.

Ekonomik anlamda gelirleri artırmak ve hakça dağıtmak zorundayız.

Gelişmeyi planlamak, süre istikrarına ve sürekliliğe bağlamak durumundayız.

Bütün bunlar bizim Cumhuriyet’imizin felsefesiyle de bağdaşan hususlardır.

Daha yaşanılabilir bir dünyanın nimetlerinden yararlanmak en çok da çocuklara yaraşır.

Yüz yıl önce, 23 Nisan günü, Ankara’nın bağrından Dünya’ya verilen mesajın bir anlamı da şudur:

Bağımsızlık ve özgürlük içinde hakça paylaşım, çocukluktan başlayan insanca yaşam;

Türk ulusunun olduğu kadar, bütün Dünya uluslarının ve çocuklarının hakkıdır.

23 Nisan’da Büyük Atatürk’ü ve kahramanlarımızı bir kez daha saygıyla yad ediyoruz.

Bu büyük devrim ve bayram gününü paylaşmaktan sevinç ve gurur duyuyoruz.

Büyük onuru ve saygın anlamıyla kutlu olsun!

Milliyetçi olmak, Atatürk’ü baş tacı etmek; “sol”a yaraşır!..

Günümüz dünyasının sorusu şudur: “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?”

Salgınlarla, yangınlarla, doğanın yıkımıyla insanlığın savaşı başladı;

Nicedir unutmuştuk ama; açlık ve yoksulluğa çare arıyoruz. Aramalıyız da!

Geleceği yazarken tercih edilen yolun yöntemin, kökeni doğru okunmalıdır.

Sol’dan gidiyorsak geçmişi geleceğe bağlamak şu tespitleri gerektiriyor:

Milliyetçi olmayan bir sol, halkla bütünleşemez, ulus-devleti savunamaz, üreten kesimlerle birleşemez…

İnsanlığı sevmek önce kendi milletini sevmekle başlar…

Büyük Türk devrimi; milliyetçilerle halkçıların ve hatta çağın ayakları Anadolu toprağındaki sosyalistlerinin omuzlarından eyleme ve kurama aktarılmıştır.

O arada, bütün mazlum ulusların sancağı olarak, yükselmiştir..

Bizim “solumuzun” kökenleri; “yoksulluğum övüncümdür” diyen Hz. Muhammed (SAS)’den başlar,

Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın insancıllığından, ta 13. yüzyıldan çağlar;

Kemal Atatürk’ün, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen ilke ve devrimleriyle taçlanır; Dünya’ya ışık tutar!

Gazi’nin iktisadi doktirini, kendisi için sınıf olan tüm kesimlerin,

“kamunun öncülüğünde” ve özel kesimle iş birliğiyle,

bir üretim seferberliğince, mutlak ahenk ve kararlı denge içinde, birleşmesi ve de;

bütün bir toplumun, çağdaş uygarlığın üzerine yükselmesidir..

Biz bunu şöyle okuyoruz: Ekonomide, sosyal yaşamda, kültürel alanda, bütüncül kalkınma!

Ulus bayrağını gönderde, o arada insanlık sevgisini yürekte tutmak!

Fikirsel temelde Yusuf Akçura’ları Sultan Galiyef’leri; Nazım’la, Mahmut Esat Bozkurt’la bir arada okumak ve anlamak…

Büyük işçi direnişlerini olduğu kadar “Kıbrıs Türk kalacaktır” haykırışını anlamak ve sahiplenmek…

Türk-Kürt, zengin-yoksul, köylü-kentli diye ayırmadan ve kimseye buyurmadan, emekle sermayeye ortak hedefler koymak…

Eğitimle,Kitapla aydınlanmak; beraber ağlamak, beraber gülmek…

İşte bu müktesabatı, bu değerleri, bu birikimi göz ardı edenler;

önce yaşamın dışına atılır, sonra da emperyalizmin kucağına savrulur.

Oysa, Türkiye’nin Dünya’ya da söyleyecek çok sözü olsa gerekir…

Nihayet, nesnel ve güncel gerçeklikler temelinde;

aklın ve tarihsel haklılığın gereğince;

“milliyetçi” olmak ve Atatürk’ ilke ve devrimlerini esas almak;

bu aziz ülkede siyasette “soldayım” diyene, toplumsal sorunlar “sol düşüncemizle” çözülür iddiasını sergileyene; çok hem de çok yakışır…

Burada son söz şudur:

İnsancıl ve hakça bir Türkiye ve dünya özlemiyle

World sends out an SOS!

Worldwide tragic scenes spread each day about the current Pandemic.

The mediaeval picture urge us a multi-evaluation, asking why and how?

Up to my opinion all this experience in somehow is a response from our globe.

We did not trated fare to the environment neither to the poor by decades.

There are over 7 billion people living in the world, where more than 841 million starving.

There is around 22 thousand people dying each day because the absence of  daily food.

Each year one million hectare forest land vanishes. 2,7 million hectare area becomes desert.

There are 802 million 485 thousand people facing the absence of  healthy water.

Bu in the same world; 2 billion dolars spent annualy for arming.

The “international” drug market indicates a figure such as 91 billion dolar budget.

And in this world each year over 3 million casualties recorded depending several epidemics.

There are some multi-national companies richer than lot’s of states, may be some corrupted politicians wealthier than their nations!

Have we ever discussed in real manner about the debts of progressing countries?

Did we put our effort to reduce inequality or talked about UN effiency to overcome poverty?

Not at all!

We urgently need to form an UN Economic and Social Security Council!

Nations and continents should be represanted with equal gravity; and this Council should obly goverments to spent a certain portion of their national budget for education and health.

Plus, this Council has to carry the right to punish pollution caused by companies or states including to ban the nuclear arsenals.

On the other hand by this current pandemic people can see the bankrupt of neo-liberalism.

Its the “systems” now been questioning; its the end of privitazation and ultra-capitalism.

What a shame for those govenor bodies leaving their people alone against fighting the disease.

Crimes against humanity such as opening fire to refugee boats now enlarging with piracy…

Masks reported been “stolen”, “ventilalors” change hand instantly, upon a bit high charge.

All those may give you an inspiration about creating a respond to the “why?” question…

And also, all those sentences above carry a fresh start of the answer to the question “how?”

As we experienced here in Turkey, and taking into consider those countries who counts success record, its so clear that, health services must go in the context of public service.

Plus we have to built up a new world.

We need national progress + international solidarity to form a humanistic life.

“Naturalizing the human, humanizing the nature” as Erich Fromm once have said.

We must re-built a real new world worth for each to live and all together as one with common goals:

*social welfare states,

*sufficient public health services,

*contemporary education system,

*investment to infrastructure,

*fare distribution of income,

*justified use of natural resources,

*respect to environment…

We have to give importance to the “development” concept combining its sipirt with both cultural, social and democratic standards besides its economical manner.

By the early 21 st century what I prefare is to deplace the therminal root and understanding of “development” topic, with the “progress”…

…In order to realise a peacful world, food and medic for all, a reasonable division of debt burden and a fare distrubution of surplus that world creates ….

Humanistic (social / left) life and that’s the answer!

Thank you for reading this article, thank you for precious time.

All the best,

r.b.kirmaci@gmail.com   

Bu tehlikeli bilinç-altı mesajlardan vazgeçiniz

Küresel bir salgınla, Ulusça mücadele içindeyiz.

Hayatın hangi alanında olursak olalım, dayanışmak ve duyarlı davranmak zorundayız.

Bununla birlikte duydum ki, bazı TV kanallarında, “Merkezi Hükümet-Yerel Hükümet” denklemleri kurulmuş; bu minvalde söylemler ve alt-yazılar kullanılmış…

Oysa, “Yerel Hükümet” diye bir tanımlama, olsa olsa Federasyonlarda, sömürgelerde, dominyonlarda olur…

Kaldı ki, içinde bulunduğumuza (salgından kaynaklanan ve tüm yaşamı saran) olağanüstü durumlarda, oralarda bile, böyle bir “çatışmaya” izin verilmez; varsa yerele verilen tüm yetkiler bile, merkezde toplanır; yetkililer saydamlık içinde, vatandaşlar sorumluluk içinde davranır…

Ülkemizde kamu hizmetlerinin etkin, ekonomik, eşitlikçi ve katılımcı icrasına ilişkin çağdaşlık ilkesi uyarınca, yerel yönetimlere zaten ‘yeterince’ yetki devri sağlanmış (bu konu ‘gelişmiş’ her ülkeyle karşılaştırılabilir); uygulamada belli bir deneyim kıvamına da erişilmiştir.


Öte yandan;
Modern devlet yaklaşımının gereği olarak kabul edilen bu düzenlemelerin kapsamını görmezden gelerek; “kültürel haklar”; “etnik duyarlılıkların gündem olması”; “çift dilli kamu hizmetleri” ve Anayasanın temellerinin aşındırılmasına yol açacak şekilde, Avrupa özerklik şartını öne sürmek, ayrımcılığa, bölücülüğe göz kırpmaktır..


Gerçekten;
Bu ayrımcılığın diliyle örtüşür şekilde “Yerel Hükümet” tabiri kullanmak; büyük kaprisler, büyük ajitasyonlar eşliğinde, halkın zihninin arka planına mesajlar yığılmasına yol açmaktır.


Unutmayalım ki;
Bugün ne İstanbul, ne de Diyarbakır, “yerel hükümet” değildirler. Esasen şehrin sakinlerinin, aziz yurttaşlarımızın da böyle bir talebi yoktur.
Bu illerimiz de, bir Gaziantep ve bir İzmir’deki gibi ulus-devletin büyükşehir belediyeleridirler…
81 ilimiz gibi, Türk ve Kürt her kökenden halkımız da birdir ve kardeştir…
Bu halkı da, seçtiği Hükümet ve seçtikleri belediyeler, Anayasa ve yasalar dahilinde yönetir…


Nihayet;
Kamu hizmetlerinin eşitlikçi, etkin, ekonomik, hızlı, sağlıklı ve toplumsal yararı en üst düzeyde tecelli etmesi için, ulus-devletlerin önemi bizde ve her yerde gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
Günümüzde, -hele ki: gelişmekte olan ve anti-emperyalist tarihe sahip- Ulus-devletler, tekil devletler oldukları kadar güçlüdürler.
Bu anlamda, merkezi hükümetin demokratik gücü; yerel yönetimlerin demokratik standartları için ilham kaynağı ve tüm halkın kendi yurdunda, kendi evinde hak arama dayanağıdır…


Bu Millet sağduyulu sesiyle;
Merkezi Yönetim ile belediyelerin uyum içinde çalışmasını istemekte ve desteklemektedir.
Bu gün densizce ve yersizce bir TV kanalından da yazılan alt yazıdaki tanımlamanın sehven yapıldığını düşünmek istiyor, aksi halde, arkası gelebilecek bu türden bilinç-altı mesajları şimdiden telin ediyorum.


Bu büyük Milletin emperyalizmi hendeklere gömen dirayetinin ve uluslaşma sürecindeki şehir şehir, bölge bölge ve tüm ülke, müşterek gözyaşı ve ortak emeklerinin unutulmamasını diliyorum.

Kıbrıs için…

Bundan tam 45 yıl önce Türk Ordusu Kıbrıs Türklerine de Rumlara da barış getiren harekata başladı.

Akdeniz’deki bu stratejik Ada, en az 500 yıllık Türk yerleşimidir ve uygarlığımızın bir parçasıdır.

Türkiye’nin getirdiği barış, bazılarının Ortadoğu’ya ‘götürdüğü’ ‘barışa’ benzemez(!) 

Bizim 74’de Ada’da tesis ettiğimiz sükundan daha insancıl bir çözüm, 21.yy itibariyle henüz keşfedilmemiştir. 

Ordularımız ENOSİS’i yenmiş; TBMM, Yunan cuntasını devirmiştir.

Yeryüzünde KKTC ve Türkiye kadar güvenliği birbirine bağlı çok az iki kara parçası (iki coğrafya) bulunmaktadır…
 
Geride bıraktığımız yarım asırdır Kıbrıs Türk halkı haketmediği bir ambargo ile karşı karşıyadır.

Gerek bu durum gerek Avrupa Birliğine “giriş rüyası” bir dönem kimilerini etkilemiş olsa da

Kıbrıs Türkü için özgürlük içinde kalkınma, bağımsızlık içinde Rumlar dahil diğer toplumlarla ilişki kurma esastır.

KKTC’nin üniversiteleri, turizmi kadar sanayisi ve enerjisiyle de anılmaya başlanması gerekmektedir.

Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki iktisadi haklarımıza sahip çıkma kararlığını sürdürmesi de elzemdir.

Türkiye, dış siyasette konvansiyonel ilişkilerini dengeleyen yeni adımları da değerlendirmeli ve… 

… her Kıta’dan birer devletin KKTC’yi tanıması seferberliği başlatılmalıdır… 

Nihayet adalarımızın ‘durumuna’ rezervle ve de araya emperyalizm girmese yine de iki halkın dostluğuna inanırım. 

Harekatın bu yıl dönümünde, Dr. Fazıl Küçük ve Büyük Devlet Adamı Rauf R. Denktaş ile o dönemde ülkemiz yönetiminde görev alan askeri, siyasi yetkilileri saygıyla anıyor; 

Şehitlerimize ve Kıbrıs’lı Mücahit soydaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.

Çok yaşa KKTC! 

not: bu yazı Milliyet blog köşem için kaleme alınmıştır.

Create a free website or blog at WordPress.com.

Up ↑